Ercan Özek, ülkemizin önde gelen Osmanlı yay ustalarından biri. Yıllardır yayla, okla hemhâl olan Ercan Usta, bir yandan Osmanlı yay yapım zanaatının tüm inceliklerini Okçular Vakfı’ndaki kursiyerlere öğretirken diğer yandan da katıldığı seminer ve konferanslara yay yapım teknikleri hakkında kamuoyunu bilgilendiriyor. Osmanlı yay yapımının oldukça meşakkatli bir sürecinin olduğunu belirten Özek, dünyanın en küçük yayları olan Osmanlı yaylarının bir mühendislik harikası olarak 3-4 parça ağaçtan imal edildiğinin altını çiziyor. Osmanlı yay yapımında ağaçlar, manda boynuzu, balık tutkalı ve hayvanların aşil tendonları gibi tamamen organik malzemelerin kullanıldığını söyleyen Özek, klasik bir yayı iki yılda tamamlıyor. Şimdiye kadar elinden 40 yay çıkan Ercan Özek Usta ile Osmanlı yay yapım zanaatı üzerine sohbet ettik.
Ercan Bey, sizi tanıyabilir miyiz?
1971 Edirne doğumluyum. Evliyim ve 1 oğlum var. Okçular Vakfı’nın Geleneksel Yay Atölyesi’nde Osmanlı yayları üzerine çalışıyorum ve üretiyorum.
Osmanlı yayı gündeminize nasıl geldi?
Tarihe meraklıyım, ama tarih bölümü okumak nasip olmadı. Nasibimizde Osmanlı yay ustası olmak varmış. Merak, aslında merak… Sahiplenme, kültürümüze, benliğimize, tarihimize sahiplenme… Bireysel de olsa, bunun sorumluluğunu üzerimizde hissetmemek imkânsız. Müze ziyaretlerimde Osmanlı yayları şekilleri ve üretim malzemeleri sebebiyle her zaman beni cezbetmiştir. Ama ustalarının olmaması ve üretilebiliyor olmaması, bir başlangıç noktası olarak kültürümüze sahip çıkma konusunda bir borç hissetmeme sebep oldu ve böylelikle devamı geldi.
Zaman içerisinde yay yapım tekniğinizi nasıl geliştirdiniz?
2007’de ilgileniyordum ve 2008’de de bilfiil üretimine başladım. Tabii ki amatörce…
Osmanlı yay yapım tekniklerinin sırrını kendi kendinize keşfettiniz sanırım…
Öyle oldu, ustam yoktu, daha doğrusu yay ustaları vakitleri gelip 80 sene önce ahirete intikal ettiler, geriye kalfa, çırak ve yazılı kaynak da bırakmadılar.
Teknikleri nasıl öğrendiniz?
Tekniklerimi Koreli ustaların ve diğer yabancıların internete yükledikleri videoları izleyerek, 17. yy. Osmanlı yay ustalarının nasıl değerlendirebileceği ve ne düşünebileceklerini ya da nasıl pratik bir şekilde ve mantıklı olarak yay üretebileceklerini düşünerek ve bizzat uygulamaya çalışarak, eski yayları inceleyerek geliştirmeye çalıştım.
Sizden başka Osmanlı yayı üretenler var mıydı?
Sadece ben üretime başlamamıştım, 2008’de 10-15 kişi faaldi. Aramızda birbirimizle tecrübelerimizi paylaştık. Hâlâ paylaşırız. Ama dediğim gibi, maalesef bizi yetiştiren ustalarımız olmadı.
KEŞİF SÜRECİMİZ DEVAM EDİYOR
Bu alanda hâlâ öğrenme süreciniz devam ediyor mu?
Öğrenmek şöyle dursun… Hâlâ bir keşif süreci devam ediyor. Yabancıların “Böyle yapacaksınız” videoları meğerse daha çok zor üretim teknikleriymiş. Osmanlı ustaları daha pratikmiş. Ama çok da faydasını gördüm videoların. Bilhassa Koreli ustalardan Han Usta’dan çok yararlandım.. Adam Karpowicz’i de anmamak olmaz. Cem Bey, Tuncay Bey, Yaşar Bey, Necmettin Bey, Âdem Bey de benimle birlikte yay yapımına sevdalanan zatlar. Çok heyecanlı ve güzel günlerimizdi. Yaylık bir malzemeyi tuttuğumuzda kalbi küt küt atmayan yoktu.
Verim ve teknik açısından Osmanlı yayını tarif eder misiniz?
Osmanlı yayının fiziksel ve teknik verilerini burada sabitleyemeyiz. Sayfalarca yazmamız gerekir.
OSMANLI OKÇULUĞU KISA YAY, KISA OK, KISA ÇEKİŞTİR
Peki, soruyu düzelteyim o zaman. “Osmanlı Okçuluğu nedir?”
Osmanlı okçuluğu kısa yay, kısa ok, kısa çekiştir. Refleks; yani ani tepkidir Osmanlı yayı. 846,5 metreye kısa çekişle, kısa ok atılmıştır, ama ani tepki ile. Osmanlı, kısa-mürekkep yaylarda enerji birikiminin farkına varmıştı. Osmanlı yayları, Hz Âdem’den bugüne gelen ok ve yayların dünyada en kısa olanı ve en uzağa atılanı ve finalidir. Üstüne eklenmiyor ve çıkılamıyor.
Osmanlı yaylarının işçiliğinden, süslemelerinin sanat değerinden bahseder misiniz?
Birçok eski ustanın yaylarını inceleme fırsatım oldu. Günümüze göre mükemmeller. Ama maalesef Mohaç’tan, Varna’dan, kalan ya da Bursalı Şüca’nın, Tozkoparan İskender’in yayı elimizde yok. Buna çok üzülüyorum. İşçilikleri, dışarıdan bakışla belli olmaz. Ya kesmek gerek, ya sıcak suda çözmek ya da MR ile içyapılarını incelemek gereklidir.
OSMANLI YAY USTALARININ ORANLARI FARKLIYDI
Her ustanın oran farkı değişebiliyordu. Edirne yayları çıktı ortaya, teknik ve üretimleri farklıymış, çık işin içinden bakalım! Bosnalı ustalar elma ağacı kullanıyormuş. Bazı yaylarda ustanın ya da kalfasının solak olup olmadığını veya törpü hatalarını veya ustanın üretim hatasından yayı kurtarmaya çalıştığını, toplama bir yay olup olmadığını, ya da devşirme yayları olup olmadığını anlayabiliyorum artık. Süsleme sanatından pek anlamam ama çok iyi müzehhipleri varmış. İyi olmayan müzehhipleri de varmış. Sade yaylar da var tezyinliler de… Bazı yayların üzerinde mm² boş olmayan çok güzel işlemeler var. Bazı yaylarda da Edirnekari uygulanmış.
Yaylara usta adı dışında başka neler yazılırdı, varsa örnek verebilir misiniz?
Usta adı dışında başka bir isme rast gelmedim. Belki vardır! Yayın sahibi mesela… Ama tezyinini yapan, tezyini ya da süslemesi ile zaten kendi adını kazımış oluyor. Mesela İbrahim Usta çok sade tezyin edermiş.
Osmanlı ustaları kaç sınıfta, kategoride yay yapmıştır?
Pişrev yani menzil yayları=Uzak mesafeye spor amaçlı (taş dikebilir).
Heki yayı=Uzak mesafeye spor amaçlı (taş dikemez).
Karabatak yayı=Uzak mesafeye spor amaçlı (taş dikemez). Hiç bir örneği yok elimizde.
Puta yayı=Hedefler için (puta, sepet).
Darp yayı (bir çeşit puta yayıdır) Sert hedeflere yakın (Mermer, ayna).
Tirkeş yayı=Savaş.
Çaka yayı=Savaş.
Kepaze yayı=Eğitim için. Söğüt, boynuzlu ve boynuzsuz kepaze olarak 3 çeşittir.
Çocuk yayları=Sadece çocuklar için yapılır. (Kabzaları normalden de küçüktür).
Soytarı yayı=Küçük ziller vs. takılırmış.
Diğer bölgelerin, eyaletlerin ustalarının ürettikleri çeşitlerin bir kaydı elime geçmedi ve hiç okumadım veya böyle başka bir üretim yok. Ama Memi Çelebi, Edirneli ustaların yaylarının, İstanbul Ustaları tarafından Pişrev yaylarına devşirildiğini şaka yollu da olsa belirtir. Ayrıca yekpare yay çeşitleri de mevcut ama ben onların Avrupa tipi selfbow ya da longbow gibi yaylar olduğu ya da savaşlarda ele geçen ganimetler arasında Osmanlı ustalarına ulaşıp yekpare yay isminin verilmiş olduğu kanaatindeyim.
ZORDUR OSMANLI YAYI
Hangi özellikleri Osmanlı yayını özel kılıyor?
Kısa oluşları. Mürekkep yani kompozit, yani çok parçalı olup kısa olmaları. Zordur Osmanlı yayı.
Ünlü yay ustalarından kısaca bahseder misiniz?
Çok var elbette; Salih Usta, Edirneli Ali Usta, İbrahim Usta, Sultan Beyazıt. Çok var. İsimlerini buraya sığdıramam.
Yay yapımında hangi malzemeleri kullanıyorsunuz?
Manda boynuzu, akçaağaç, sığır ayak sinirleri, balık-deri-paça tutkalı ve su. Kaplamak için deri.
OSMANLI YAYININ YAPIMI İKİ YIL SÜRÜYOR
Bir yayın yapılma sürecini özetler misiniz?
Amatörce tek bir yay 3 ayda biter. Ama usulü 2 senedir. Üretim aşamalarını mevsimlere yaymak iyidir. İklimlendirme var ama doğal iklime hiç benzemiyor. Uygun ağaçlardan alınan parçalar yağmur suyunda 15 gün bekletilir. Dibe çökünce tamamdır ve eğilen, bükülen kısımlar düzeltilir. Kabza uyarlanır ve sallara çatılır. Bu yay taslağına iki adet manda boynuzu uyarlanır, sallarla beraber boynuzlara girinti çıkıntı yapmak için, iyi yapışması için taşin olukları açılır, bu taşin olukları 30 kat balık-paça-deri tutkalı karışımı ile doldurulur ve kuvvetlice boynuzlar sallara vurulur. Baş, kasan, sal ve kabza istenilen ölçülere göre inceltilir ve kurutulmuş temizlenmiş sinirler iyice dövülüp didiklenip balık-paça-deri tutkalına daldırılıp boylu boyunca yaya döşenir. Bu işlem 3-4 kat veya 100-120 gram ayarlanıp yapılır, sinirler kuruyunca yay törpü ile düzeltilir. Bu işlem bir seneye yayılır. Yay bir sene de askıya alınır, yani bekletilir. Senesi dolan yay ısıtılıp tepelik ve asa gezi yardımıyla yavaş yavaş açılır. Çilesi takılır, kullablanır; 3 parmak çekilir. Sonra deri ile ya da huş ağacı kabuğu olan toz ile kaplanır. Kırılmazsa atıcıya verilir.
Şu ana kadar elinizden ne kadar yay çıktı?
40’a yakın yaptım.
Bunların hepsi halen faal mi?
Faal olanı da var, müzelerde sergilenecek kadar değer verileni de var. Hediye edilenler de var. Kırılanı da oldu elbette. Sattıklarım da var.
Kullanmakta olduğunuz ve koleksiyonunuzda yer alan yaylar hakkında bilgi verir misiniz?
Koleksiyon için daha çok erken. Biz, 850 metreye ok atan yayı yapan ustaların yanında maalesef yetişmedik. Biz birinci basamağız. Ana hedefimiz aslında altyapıyı oluşturmak. Yani ikinci kuşak; yani önümüzdeki 10-15 senenin yay ustalarını yetiştirmek. Bununla birlikte kullanmakta olduğum boynuzsuz hicazi kepazem, boynuzlu kepazem, puta yayım var. Bir de müzemizde sergilenen, eski ustaların -görseler her zaman ne diyeceğini merak etmekte olduğum- 22 cm.’lik ok atan, mini mini bir mürekkep yayım var.
DEFORME OLYAYAN YAYLAR BİRÇOK ZAFERİ DE BERABERİNDE GETİRMİŞTİR
Üç kıtada at koşturan ecdadımızın zaferden zafere koşmasında Osmanlı ustalarının ellerinden çıkan yayların nasıl bir katkısı olmuştur?
Elbet katkısı çok. Savaş sırasında deforme olmayan yaylar birçok zaferi de beraberinde getirmiştir. Tabii ki okçuları doğru zamanda, doğru yerde ve doğru teknikle kullanmak şartı ile. Mesela Osmanlı en çok tir-i baran; yani ok yağmuru ve fındık serpme tekniğini kullanmıştır. Unutulan bir yer var ki o da deniz okçuluğudur.
Deniz okçuluğuna yönelik neler söylemek istersiniz.
Bu konuyu uzmanlarına bırakmak çok iyi olur. Pek bilinmeyen bir konu o yüzden yanlış bir şey söylemek istemiyorum.
Osmanlı okçusu ne kadar bir sürede yetişiyordu?
Osmanlı okçusunun yetişme süresi 5-10 sene arası değişebiliyordu. Süre ve eğitimin yanında ahlâk ve disiplin de önemliydi. Usta, eğer uygun görürse 6-7 senelik eğitimden sonra okçu adayına zihgir kullanma izni veriyordu. Şimdi hemen zihgir kullanılabiliyor!
OK, BAŞKA BİR BOYUT
Zihgir kullanımı bir nevi okçuluk icazeti miydi?
Kesinlikle… Ok atmanın da 6 şartı vardır.
Nedir bu şartlar?
Yayı tutmak. Oku tutmak. Kirişi tutmak. Kirişi çekmek. Nişan almak. Kirişi bırakmak. Burada hepsinin %20’lik payı var. Kiriş, yazılı şartlarda zihgir ile bu iş yapılmaktadır. Yani zihgir ile baş parmak bırakışı hedefi vurmanın %60’ı olur.
BAŞPARMAK OKÇULUKTA EN KIYMETLİ ORGANDIR
Başparmak en kıymetli organdır. Başparmak en son andır okçulukta. Her şeyi o belirler. Şast, engüştvane, küştiban da denir.
Oklar içinde paragraf açalım. Ok yapım süreçlerinize değinir misiniz?
Ok, başka bir boyut. Kısaca özetlemek gerekirse, ustaları yay ustalarından ayrı idi. Zaten yay ustası, ok ustası, çile ustası, zihgir ustası, bilek siperci, kuburcu, kandilci, tirkeş-sadak ustaları ayrı idi. Temrenciler de demir-çelik ustalarıydı. Tedarik zincirleri de ayrı idi. Amaçlarına göre oklar üretiliyordu. Savaş oku, av oku, eğitim okları, pişrev okları, puta okları, çavuş okları, mücevvef, kamış ok, çeşitli ağaçlardan yapılanlar, çok çeşit var.
OSMANLI OKLARI AERODİNAMİK YAPIYA SAHİPTİ
Oklar dallardan mı üretiliyordu?
Dallardan değil, kütüklerden üretilirdi. Şöyle ki belli zamanlarda kesilen çam kütüklerinden itina ile çıkarılıp, yıllarca bekletilir, Ağa bölüklerine ya da ok ustalarına teslim edilirdi. Onlar da bu çıtaları yuvarlayıp endamlarını verip, soya ya da temrenlerini ve yeleklerini takıp hazırlardı. Oklar dümdüz bir şaft şeklinde değil, aerodinamik bir yapıya sahipti.
Ok çeşitlerine değinmenizi de istirham edeceğim…
Osmanlı okları tarz-ı has, şem endam, kiriş endam, kama endam, hatta ters endamlarla adlandırılırdı. Okun boyu ne olursa olsun, ok, erbabının anlayacağı teknik bir ifadeyle “5-24 eşit bölüme ayrılıp” ona göre tanzim edilirdi. Ortalama boyları 66-68 cm. idi.
Okçular Vakfı’nda Osmanlı yay yapımı eğitimleri veriyorsunuz. Kursiyerleriniz ve çıraklarınız şu anda hangi aşamada?
Meraklılar var ama, işin o kadar kolay olmadığını görünce çabuk pes ediyorlar. 5 kişiye şu an sadece bilgi birikimi açısından yardım ediyorum. Ama hâlâ şu geçen 11 senede Türkiye genelinde 20 yay ustası sayısına ulaşamadık.
YAY YAPIMINDA HAREKET EDEN VE CANLI MALZEMELER SÖZ KONUSU
Yay yapım sanatına gönül verenlerin önlerinde gidecekleri ne kadar yolları var? Yay sevdalılarını nasıl bir eğitim süreci bekliyor?
Ahilik hakkında araştırma yapmalarını rica ediyorum. Osmanlı asırlarındaki usta-kalfa-çırak sistemini araştırmalarını rica ediyorum. Malzeme sorun değil. Yayı kırılabilir, ama bilgi ve tecrübe sahibi olur. Yay yapımı, inanın, samimiyetle söylüyorum ki, diğer sanat ve zanaatlardan çok farklı. Hareket eden bir eser yapılıyor ve malzemeler canlı. Fabrikadan çıkma, stabil malzemeler söz konusu değil. Balıktan, paçadan, ağaçtan, boynuzdan, sudan ve ısıdan bahsediyoruz İbrahim Ethem Bey.
HER BİR YAYIN AYRI KARAKTERİ VARDIR!
Osmanlı yayları sıcaktan etkilenir, soğuk ve nemli havayı sevmez, narindir, aceleyi hiç sevmez. Her bir yayın ayrı karakteri olur. Biri birine benzemez. Yay yapımına meraklı olanların sabır göstermeleri lazım, laf dinlemeleri lazım, internetteki videoları bana anlatmamaları lazım, her şeyden önce bana inanmaları lazım; internete değil.
İYİ BİR BARIŞ İÇİN İYİ BİR ORDU LAZIM
Osmanlı Devleti, dünyanın birçok büyük devletine komşu bir süper güç idi. Dolayısıyla muazzam büyüklükte bir ordusu vardı. Bu devasa ordunun yay ve ok ihtiyacı nasıl karşılanıyordu? Mesela yayların malzemeleri nasıl, nerelerden gelirdi? Ağaçlar nereden bulunurdu, onları kimler, nerede ve nasıl işlerdi? Günümüz fabrikalarının olmadığı bir dünyada savaş çarkını döndürecek üretim nasıldı, bu çok merak uyandıran bir mesele.
İyi bir barış için iyi bir ordu lazım. İyi ordu için, iyi bir tedarik zincirinin ve iyi bir ekonominin olması lazım. Elbette işinin profesyonelleri ve yönetimle birlikte uyum içinde hareket eden bir halk lazım. Yaylık ağaçlar Bolu-Gerede’den; balık tutkalı Tuna nehri coğrafyasından ve Çanakkale-Çokal’dan; boynuz Manisa’dan, okluk ağaçlar Balıkesir’den temin ediliyordu. Kaynaklarda en az 5000 köyün ok ağacı için görevlendirildiği belirtilmektedir. Bugün hâlâ birçok köy okçular ismini korumaktadır. İstanbul ve Edirne civarında yaylar için akçaağaç ekimi yapılmıştır. Bugün Edirne’de ipek çilelerin üretildiği Kirişhane isimli semt hâlâ duruyor. Osmanlı asırlarında İstanbul-Fatih, ok-yay ve yardımcı malzemelerinin alım-satımının ve üretiminin yapıldığı bir yerdi. Tedarik merkezleri genelde hep ordu güzergâhı içindeydi. 5000 köy ok için görevlendirildiyse, boynuz ticareti, yelekler için, tüy temini için ve ipek ticareti için görevlendirilen köy ve hane halklarının sayısını hayal gücünüze bırakıyorum. Tüm bu üretimler bir makine düzeninde işliyordu. Asla aksama yaşanmıyordu. Bu işler kanunnameler ile korunmakta ve fermanlarla düzenlenmekteydi. Hatta bazen ithalata başvuruluyordu. Birçok malzeme Hint illerinden gelmekte idi. Fatih Sultan Mehmet, en sonunda ekonomik etkenler nedeni ile ithalatı yasaklamış ve iç dinamiklere dönmüştür. İstanbul esnafı arasında bir söz dolanırdı: “Hiç kimse çekmedi İstanbul’da okçular esnafının elinden çektiği kadar.”
Bildiğiniz üzere Türk sürat okçuluğu yapar. Osmanlı yaylarının bu sürat okçuluğuna etkisi, sıradan bir yaya göre nedir?
Osmanlı yayları Osmanlı Devleti kurulduğu için ayrı bir silah olarak üretilmedi. Osmanlı yayları, tüm insanlık tarihinin yaylarının finalinin olduğu bir silahtır. Finalini İstanbul Okçular Tekkesi’nde yapmıştır. Bize nasip olmuştur. Güzel, Aziz İstanbul’a nasip olmuştur. Savaşlarda zaman önemlidir. Hele meydan savaşlarında… Ne kadar kısa sürede, ne kadar çok sürat ile isabetli ok atarak manevra veya atak kabiliyeti ile inisiyatifi elde tutarsanız meydan veya kale kuşatmasını siz kazanırsınız. İşte burada kullanılan yayların aşırı refleks-tepkici olmaları ve bu ani tepkimeye, istikrarlı sayıda ok atışına randımanı düşmeden dayanması üstünlük sağlıyordu. Ayrı bir boyutu da düşman eline geçerse düşman tarafından hiç kullanılamamasıdır!
OSMANLI YAYINI KULLANMAK YÜREK İSTER!
Öncelikle yürek ve bilek gücü; sonrasında da uzun yıllar süren eğitim ister. Osmanlı; o yayı, o kuvvetle ve süratle kullanabilecek insanı eğitmeyi başarmıştır.
Gerçek Osmanlı yaylarının bugünün imkânları ile üretilen, sentetik yaylardan farkları nelerdir? Görünüşte, yapımda ve kullanımda farklar var mıdır?
Eh! Biri doğal, diğeri sentetik. Biri iki senede; diğeri bir günde imal ediliyor. Mürekkep yayları sürekli ısıtmak gerekli, kısa ok atmak gerekli. En bariz özelliği çile etkisi denen bir olaydır.
KÜLTÜREL MİRAS ÜZERİNDEN HAREKET EDİYORUZ
Çile etkisi nedir?
Çilesi çıkarılınca Osmanlı yayları bilinen şekillerinden çok farklı oluyor. Bilmeyenler şaşıp kalıyor. Klasik-olimpik yaylarla, makaralı yaylarla ve sentetik geleneksel yaylarla bizim kulvarımız farklıdır. Biz, kültürel miras üzerine hareket ediyoruz. Sadece atalarımızın bir sanat-zanaat sınıfını tekrar doldurmaya çalışıyorum. Bana göre günümüzdeki modern sentetik yaylar daha iyi. Rutubetten etkilenmez, yağmurda, karda kullan, tedariki kolay, koruma ve kollama gibi sorunları çok az. Fiber karbon yaylarla 1000 metreye ok atılmıştır, çok güzel, ama usulü, mürekkep yay ile ahşap ok atmaktır. Modern yaylar, ayrı bir sınıf olarak ihtiyaç ve amaç için okçuluk sanatına dâhil olmuştur ve gereklidir. Hele hele günümüzde ben geleneksel okçuluğa başlayacak olanlara kesinlikle klasik-olimpik veya makaralı yay kursu almalarını öneriyorum. Çok iyi antrenörlerimiz var. Günümüzün modern okçuluğu da tüm okçuluk sanatının kurallarının günümüz şartlarına uyarlanmasıdır. Görünüşte hiç farkı yok gibi; ama kültürel kodlar bakımından bir hayli fark var.
Boynuzla yapılan yayların bakımı nasıldır? Bu yayı kullanan nelere dikkat etmeli?
Kesinlikle derisi kaplanmış olmalı. Yayı kullanmadan önce bir sporcunun adale ve eklemlerini ısıtır gibi yaya da 40 kere açma-germe işlemi yapılmalı ve biraz ısı kaynağı ile ısıtmalıdır.
Nasıl ısıtılacak?
Alevle değil, ısı tabancası ile değil. Kadife ile, sürtme kuvveti ile de ısıtılabilir. Osmanlı yayları rutubetten ve aşırı soğuklardan kesinlikle kollanmalıdır. Yağmurlu ve –C havalarda atış yapılmamalıdır. Kesinlikle yere düşürülmemeli, beton-taş, keçesiz duvara asılmamalı, pöçlerinden bastırılmamalı, çile etkisini alt etmesi için serbest bırakılmalı, atış sonrası yasma işlemini elle yapmamalıdır. Günlük, haftalık ve aylık olarak bakım yapılmalıdır. Sürekli rutubet kontrolü yapılmalıdır. Kısa çekiş yapmalıdır. Ben 68 cm. ok çekiş boyundan sonrasına garanti vermiyorum. Boş çile bırakılmamalı, burkma yapan sallar ters tarafa ısıtılarak hafif toplanmalı, uyumsuz olan, gelmeyen sal biraz ısıtılarak diğeri ile eşitlendikten sonra atış yapmalıdır.
Osmanlılar okçuluğu bir ibadet titizliği ile yapardı. Bu titizliği yaya karşı da gösterdikleri muhakkak. Osmanlılar yaya nasıl bakardı? Yayın bir nesne ve silah olarak Osmanlı gözündeki yeri neydi?
Çalışmak zaten ibadettir. Ama, okçuluğun Hz. Peygamber (sav) sünneti üzere ifa edildiği de bir gerçektir. İslâmiyet ile şereflenen bizler, Peygamber Efendimizin (sav) okçuluğu övmeleri ve teşvikleri ile Okçuluğumuzu daha da ileri taşımamız, kısmetimiz olmuştur. Böylelikle atalarımız okçuluk konusunda milletimizi bir adım daha ileri taşımıştır.
SEFERLERDE ASKER YAYI KOYNUNA ALIP YATARDI
Osmanlılar yaya ve ok sporuna çok kıymet verirlerdi. Kimse kimsenin yayını alamaz kullanamazdı, bu bir namus ve şeref meselesi idi. Seferlerde asker yayı koynuna alıp yatardı. Asla yere bırakmazdı.
VAHDANİYETİN YAYDA VURGULANDIĞINA İNANILIRDI
Vahdaniyetin yayda vurgulandığına inanılırdı. Askeri bir değer olarak da yetkisi olmayan asla yay taşıyamaz, kullanamaz ve bulunduramazdı, cezaları çok ağırdı.
Sizin ilave etmek istediğiniz hususlar nelerdir?
Geçmişine sahip çıkmayan geleceğini göremez. Fatih Sultan Mehmet’in mirası Okçular Vakfını bize tekrar kazandıran Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a teşekkür ediyorum.
İlginiz için teşekkür ediyorum.