Sanatkâr ecdadımızın “Cismâni aletlerle icra edilen ruhâni mühendislik” şeklinde tabir ettikleri hat sanatı günümüzde usta hattatların eliyle güçlü bir şekilde icra ediliyor. Dünden bugüne ve bugünden yarına hat sanatını Mahmut Şahin Hoca ile müzakere ettik.
Anadolu’ya hat sanatını sevdiren sanatkâr olarak tanınan Mahmut Şahin, Salı günleri Bayrampaşa Belediyesi’nde; Perşembe günleri Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Konservatuarı’nda; Cumartesi günleri Bursa Bab-ı Nun Geleneksel Sanatlar ve Kültür Derneği’nde; Pazar günleri Eskişehir’de Vel Kalem Geleneksel Sanatlar ve Kültür Derneği ile yine aynı gün Kütahya’da Vav Geleneksel Sanatlar ve Kültür Derneği’nde öğrencilerine hat sanatının inceliklerini öğretiyor. Cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere yurtiçinde ve dışındaki koleksiyonlarda onlarca eseri bulunan sanatkâr Mahmut Şahin’le hat sanatının tarihi ve kullanım alanları üzerine sohbet ettik.
Geleneksel sanatlarımızla nasıl tanıştınız?
1991 yılında Cafer Ağa Medresesi’nde Hattat Aydın Ergün hocamdan rika yazısı dersi almamla tanıştım bu kadim sanatla. 1993 yılında Hekimoğlu Ali Paşa Camii’nde Hattat Hüseyin Kutlu hocamdan sülüs nesih ve Süleymaniye Kütüphanesi’nde rahmetli Hattat Ali Alparslan hocamdan nesta’lik dersleri alarak hat sanatı çalışmalarımı sürdürdüm. 2001 yılında sülüs-nesih; 2005 yılında da nesta’lik yazıdan icazetimi aldım.
Hat sanatının tarihini kısaca özetler misiniz?
Hat sanatının kökeni Ürdün’ün batısı ile Lût gölü arasında M.Ö. VI. yy. da yaşamış Sami asıllı Nebatilerin yazısına dayanır. Nebati yazısı gelişmiş ve M.S. IV. ve V. yüzyıllarda Arap yazısını hatırlatan hâle dönüşmüştür. Bu yazı sonra ticari ilişkiler ve seyahatler sayesinde bütün Arap yarımadasına yayılmıştır. İslâmiyet’le birlikte yazıya verilen önemin artması, yazının gelişmesini hızlandırmıştır. Kuran-ı Kerimin nazil olmasından sonra Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed (sav) ve Halifeler döneminde Kur’an-ı Kerim’in toplanmasının ardından, çok sayıda kâtip yetişmiş, yazı da doğal olarak büyük aşamalar göstererek bu gün mimarlık, bezeme ve musiki gibi önemli bir sanat kolu haine gelmiştir.
HAT, TAHMİNLERDEN DAHA FAZLA MATEMATİK İÇERİR
Büyük bir umman olan hat sanatını nasıl tarif edersiniz?
Hat sanatı kısaca tarif edilirse “cismani aletler ile meydana getirilen ruhani bir hendesedir.” Yani bir ruh geometrisidir. Tahmininizden fazla matematik içerir. Yazdığınız kalemden çıkan bir nokta ile başlar ve bütün hesaplar bunun ile yapılır. Hazret-i Ali Efendimizin buyurduğu üzere “İlim bir nokta idi onu cahiller çoğalttı.”
HZ. OSMAN’IN VE HZ. ALİ’NİN YAZIYA BÜYÜK KATKILARI SÖZ KONUSU
İslâm’ın kitap haline getirilen ilk metni olan Kur’an, işte bu Mekkî, Medenî hatla deri (parşomen) üstüne siyah mürekkeple, noktasız ve harekesiz biçimde yazılmıştı ki, bu ilk örneklerde, elbette sanat özelliği aranılmamıştır. Başlangıçta Ma’kıli denilen basit ve düz çizgilerden oluşan yazı, birçok yazı türüne kaynak olmuş, yazıların anası denen Kufi hatta geçilmiştir. Halife Hz. Osman ve Hz. Ali’nin yazının gelişmesinde büyük katkıları olmuştur. Emeviler döneminde (661-750) İslâm devletinin sınırları Türkistan’dan Endülüs’e kadar geniş bir alanı kapladığı için yazıya da İslâm yazısı adı verilmiştir. Emevilerin son zamanlarına doğru Kutbe el Muharrir adındaki hattat, kufi yazıya yeni bir karakter kazandırmış ve bu yazıdan dört çeşit yazı meydana getirmiştir. Hat sanatında asıl önemli değişikliği Abbasiler döneminde aynı zamanda ünlü bir hattat olan vezir İbni Mukle gerçekleştirmiştir. İbn-i Mukle, noktayı ölçü kabul etmiş ve yazıyı nokta sistemine göre kurallara bağlamıştır. Altı çeşit yazı anlamına gelen Aklam-ı Sitte veya şeş kalem (altı kalem) kufi yazının değiştirilmesiyle İbni Mukle tarafından gerçekleşmiştir.
Bilinen ilk büyük Türk hattatı Amasyalı Yakut el Musta’sımi, hat yeteneği ve yazı becerisi ile halifenin saygısını kazanmıştır. Bu hattat hem okunaklı, hem de resim gibi güzel yazı türleri hazırlayarak hat sanatı tarihine geçmiştir. İlk kez bu Türk usta, Arap-İslâm yazısına okunaklık ve estetik bir görünüm kazandırmış ve onu sağlam bir temele oturtmuştur. Aklam-ı Sitte’yi kurallara bağlayıp, yazı sanatına yeni bir görünüş kazandırmış, diğer hattatlar ise onu izlemek durumunda kalmışlardır.
Yakut el Musta’sımi’nin Anadolu’daki etkisi esasen XIII. yy. ortalarından başlayıp, Sultan II. Bayezid’in baş hattatı Şeyh Hamdullah zamanına; XV. yüzyıla kadar sürse de bu ekolün etkisini Kanuni devrine kadar devam ettiren, dönemin büyük hattatı Ahmet Şemseddin Karahisari olmuştur. Yakut’un, İslâm dünyasında yaygınlaşan bu yazı sitilini (Yakut Ekolü) pek çok öğrencisi ve Osmanlı hattatları da kullanmıştır. Yakut’un yetiştirmiş olduğu hat sanatkârları onun meydana getirdiği bu yeni gelişmiş yazı biçimini bütün İslâm dünyasına yaymayı başarmışlar ve güzel yazı, bilim eserleri ile daha geniş alana yayılmıştır.
YAZININ TEMEL ARACI KALEMDİR
Hat nasıl icra edilir? Hangi malzemeler kullanılır? Kullanım alanları nelerdir?
Hat sanatında yazının temel aracı kalemdir. Hat sanatında kalem olarak daha çok kamış kullanılır. Kamışın ucu, yazılacak yazının kalınlığına göre makta denilen sert maddelerden yapılmış altlığın üstünde eğik olarak tutulur ve kalemtıraş olarak adlandırılan özel bir bıçakla yontularak belli bir açıda kesilir. Celi yazılar da ise ağaçtan yapılmış kalın uçlu kalemler kullanılır. Hat sanatında kullanılan mürekkep de özel olarak hazırlanır. İs ile arapzamkının dövülmesi neticesinde elde edilen bu mürekkep akıcı biçimde yazı yazmayı sağlar, yanlış yazma durumunda da kolayca silinir. Hat sanatında kullanılan kâğıtlar da özeldir. Kâğıtlar evvela hamurları ne olursa olsun, nebati ve madeni boyalarla çeşitli renklere boyanır. Mürekkebi emip dağıtmaması, kaleme akıcılık sağlaması için kâğıtların yüzeyine ahar denilen bir madde sürülür ve daha sonra da mührelenir. Mürekkep hokka içinde saklanır. Camdan başka pişmiş topraktan, metalden, çeşitli ağaçlardan hokka yapılabilir. Kalem sokulduğunda uç dibine vurup bozulmasın diye hokkanın içine lika denen bir tutam ham ipek konur.
Kullanım alanları kitabi sanatlardan mimariye padişahların imzalarından özel zamanlarında giydikleri gömleklere kadar yaygındır.
Hat sanatının nevileri hakkında kısaca bilgi verir misiniz?
Birinci kısım olarak Aklâm-ı Sitte; muhakkak-reyhani, sülüs-nesih tevki-rik’a şeklinde birbirine tabi ikili gruplar halinde sıralanabilir.
Muhakkak yazı “Muntazam ve muhkem” anlamına gelen bu yazının harfleri sülüse nispetle daha büyüktür. Yani dikey olanlarla “sin, fe, kaf ve nun” gibi çanaklı tabir edilen harflerin sola uzayan tarafları daha uzundur. Dönüş noktaları köşelidir ve sülüs yazıdaki gibi derin değildir. Harfleri ve kelimeleri açıktır. Reyhani Muhakkak yazının kurallarına bağlı olup, onun küçük yazılan şeklidir. Bu iki yazı 16. yüzyıla kadar sülüs ve nesih yazı ile birlikte her yerde, bilhassa Kur’an-ı Kerim’in yazılmasında kullanılmışken bu tarihten sonra herhalde fazla yer kaplamasından olacak ki bütün İslâm ülkelerinde terkedilmiştir.
Sülüs yazının harfleri Muhakkak yazıya nispetle biraz küçüktür. Başka bir karakteri, çanaklı harflerinin de biraz kısa ve derin olmasıdır. Bu yazı genel olarak Muhakkak ve Reyhani yazıya göre yumuşak bir görünüme sahiptir. Bilhassa kitap unvanlarının, levhaların ve kıt’aların yazılmasında kullanılmıştır. Bugün de bütün İslâm ülkelerinde geçerlidir.
Nesih yazı, sülüsün küçüğü olan bu yazının sözlük anlamı “ortadan kaldırmak, iptal etmek”tir.
Kitapların yazılmasında diğer yazılardan daha fazla kullanıldığı; bir bakıma diğer yazıların hükmünü ortadan kaldırdığı için bu adla anıldığı kabul edilmektedir. Bugün de sülüs ile birlikte bütün İslâm ülkelerinde kullanılmaktadır. Tevki yazı, sülüs yazı kurallarına bağlı olup onun biraz küçük boyda olanıdır. En belirgin özelliği birleşmeyen harflerin de birbirine bağlanabilmesidir.
Rik’a yazı, ‘tevki’nin kurallarına bağlı olup, onun nesih gibi küçük yazılan şeklidir. Sözlükte “küçük sayfa ve mektup” anlamına gelen rik’a, vakıf işlerinden başka Kur’an-ı Kerim’in sonunda dua sayfasında; yani hattatın kendi adını andığı ve eserini yazdığı yeri, tarihi ve Allah’a duasını bildiren bir veya iki sayfalık yerinde çoklukla kullanılmıştır.
TA’LİK, DİVANİ, CELİ DİVANİ VE RİK’A ÖNEMLİ YAZI NEVİLERİNDENDİR
İkinci kısımda ise Aklam-ı Sitte’den ayrı üslupta gelişen ta’lik, divani, celi divani ve rik’a da önemli yazı türleridir. Ta’lik yazıda iki üslûp vardır. İran ta’lik üslûbu ve Osmanlı ta’lik üslûbu… Anadolu’da hattatlar Mehmed Esad Yesari Efendi’ye kadar İran üslûbunun etkisinde kalmıştır. Bununla birlikte Türk hattatları bu yazıda kendi görüş ve sanat anlayışlarını uygulamışlardır. Yesârî, öncülüğü ve oğlu Yesârîzade Mustafa İzzet Efendi’nin gayreti ile yeni bir üslûp meydana gelmiştir. Haşmetli sülüs yazının yanında ince, kavisli, narin yapısı ve harekesiz yazılışıyla hoş ve şiir gibi görünüşe sahip olan bu Osmanlı ta’lik hattının hurde veya hafi denilen şekli edebi eserlerde ve divanlarda kullanılmış, fetvahanenin de resmi yazısı olmuştur.
Divani yazı Dîvân-ı Hümâyun’daki resmî yazışmalar için kullanılmaya başlanmıştır. Harekeli ve süslü şekline de celî divanî adı verilmiştir. Celî divanî, devletin üst seviyedeki yazışmalarında kullanılmıştır. Bu iki yazı da Türklerin icadıdır. Rik’a yazısı Osmanlı Türkleri’nin icadıdır. Rik’a, divanî hattındaki dikey harflerin boylarının biraz küçülmesi, sadeleşmesi, kavis ve meyillerinin azaltılmasıyla meydana gelmiştir.
RİK’A, ASIL HÜVİYETİNİ BABIALİ’DE BULMUŞTUR.
Sarayda doğan bu hat, günlük yazışmalarda ve mektuplarda kullanılmıştır. En eski örneklerine 15’inci asrın ilk yarısında rastlanan rik’a, 19. asırda Babıâli’de gelişmiş ve asıl hüviyetini orada bulmuştur. Mehmet İzzet Efendi (ö. 1903) tarafından geliştirilen ve sıkı kaidelere bağlı kalan bir çeşit rik’a daha doğmuştur. İzzet Efendi Rik’ası denilen bu yazı daha sonra Arap aleminde celî şekliyle revaç bulmuştur. Bunlardan hariç siyakat yazısı vardır ki Osmanlı sarayında doğmuş,devletin mâlî kayıtlarında ve emlak defterlerinde kullanılmış bir şifre yazısıdır.Harekenin yer almadığı siyakatta,harfler birbirine kaynaşmış vaziyettedir.
Hat sanatının kurucu şahsiyetleri kimlerdir, ekoller nasıl oluşmuştur? Ekol sahibi hattatlar kimlerdir?
Az önce de ifade ettiğim üzere Halife Hz. Osman’ın (ra) ve Hz. Ali’nin (kv) yazının gelişmesinde büyük katkıları olmuştur. Hazreti Ali Efendimiz hattatların piri kabul edilmiştir. Hattı ileri bir merhaleye eriştirenler arasında, ayrı bir mevkii olan İbn-i Mukle, hattın nizam ve ahengini kaidelere bağlamıştır. İbn-i Bevvab adıyla tanınan Bağdatlı Ahmet b. Hilâl, hocası İbn-i Mukle’nin iyi harflerini seçmiş, daha canlı ve kıvrak bir üslup geliştirerek İbn-i Mukle yolunu değiştirmiştir. Yakut el Musta’sımî’nin Anadolu’daki etkisi Sultan II. Bayezid’in baş hattatı Şeyh Hamdullah zamanına kadar devam etmiştir. Hafız Osman, Arap yazısına estetik bakımdan en olgun biçimini kazandırmış, isimleri hâlen anılan birçok hattat yetiştirmiş ve bu yeni üslup ile verdiği önemli eserler sayesinde kendisinden sonra yetişen hattatların hepsi Hafız Osman’ı izlemişlerdir. Bu ekolü devam ettirenler arasında Derviş Ali, Yedikuleli Seyyid Abdullah, Eğrikapılı Rasim ve İsmail Zühdî Efendi gibi şöhret bulmuş isimler zikredilebilir. Sülüs ve celi yazıda iki ekol adı geçer: Mustafa Rakım ve Mahmud Celaleddin ekolü. Mahmud Celaleddin, Hafız Osman Efendi’nin yazılarına bakarak kendini yetiştirmiş, harekeleri daha da inceltip, sert, küt, ama keskin sülüsleri ile Şeyh ve Hafız üsluplarından ayrı bir ekolün temsilcisi olmuştur. Mustafa Rakım Efendi ve onun izinden giden Kazasker Mustafa İzzet Efendi celi yazıda ekol sahibi isimlerdir. Mehmet Şevki Efendi XIX. yy.’da sülüs ve nesihte en güzel harf ve terkiplerin yazılarında buluştuğu son ekol olmuştur.
HAT SANATI: CİSMÂNÎ ÂLETLERLE İCRA EDİLEN RUHÂNİ HENDESE
Hat sanatı için “Cismani aletlerle icra edilen ruhani mühendislik” tabiri kullanılıyor. Bu sözü nasıl anlamak gerekir?
“Cismânî aletlerle meydana getirilen ruhânî bir hendesedir.” şeklinde tarif edilmiştir. Hatta bazı İslâm âlimleri Kur’ân’ın lafzı ve mânâsı gibi, yazısının da ilâhî vahye dayandığını bildirmektedirler. Hattatlar bu anlayışla bir ibadet coşkusu, disiplini içinde Kur’ân’ı istinsah etmişler, ilâhî mesajın gönüllere iletilmesine vasıta olmuşlardır.
“Kur’an-ı Kerim Hicaz’da nazil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’a yazıldı” tesbiti Türklerin hat sanatındaki yerine işaret eder. Bu tesbit nasıl ortaya konmuştur ve hâlâ geçerli midir?
Az önce kısmen de olsa değindik aslında. Kur’an-ı Kerim, başlıca iki kutlu şehirde nâzil oldu; Mekke ve Medine’de. Onun için mushaflarda sûrelerin başında bu sûrelerin Mekke’de ve Medine’de nazil olduğunun yazılışını görüyoruz. Mısır’da Arap tarzı Kuran okuyuşlarının insanlarda tutulma yapmasının sebebi, Kur’anın aslî telaffuzlarının, Kur’an’da muciz olarak oluşturduğu akıcı güzelliktir. Zaten bir belağat mucizesi olan Kelamullah’ın, fonetik ve mahareç olarak dünyanın en güzel sesli kârîleri ile buluşması, insanlarda Kur’an ile olan münasebetin artmasına vesile olmuştur. Yazılması ise Müstakimzade’nin Tuhfe-i Hattatîn isimli biyografik eserinin Şeyh Hamdullah Efendi’yle ilgili bölümünde aktardığı üzere sanatçının İslâm hat sanatı açısından önemini ortaya koyar. Buna göre bir gün sohbet esnasında Sultan II. Beyazid “Yakut Musta’sımî’nin itina edip yazdıklarını görmemişsiniz” diyerek hazinesinden yedi adet Yakut hattı çıkarttırmış ve “bu tarzdan başka bir üslup bulunsa iyi olurdu” şeklinde Şeyh Hamdullah’a tavsiyede bulunmuştur. Bunun üzerine Şeyh Hamdullah’ın halvete çekilerek kendi üslubunu ortaya koyduğu rivayet edilmektedir. Müstakimzade, sanatçının yeni bir üslup meydana getirebilmek için sarf ettiği gayreti aktarmaktadır. O’na göre; Şeyh Hamdullah geçmiş büyük üstadların ve Yakut’un yazılarını günlerce ve büyük bir dikkatle incelemiştir. Onların yazı estetiğinde elde edemediği yazının klasik orantılarını, en güzel duruşunu ve satır üzerindeki ahengini öncelikle zihninde biçimlendirmiş ve kâğıt üzerine dökmekte bir hayli güçlük çekmiştir. Şeyh Hamdullah’ın Aklam-ı Sitte’ye kattığı bu yeni yorumun 1485 yılı civarında gerçekleştiği zannedilmektedir. Bundan sonra “Kur’an-ı Kerim İstanbul’da yazıldı” ifadesi manasını bulmuştur. Ve bu kâide hâlâ geçerliliğini devam ettirmektedir.
Türk hat sanatının alâmetifarikası nedir/nelerdir?
Haşmeti ve sadeliği…
Sizce bidayetinden günümüze hat sanatıyla ortaya konulan çalışmalar arasında en fazla dikkatinizi çeken eser hangisidir?
Tabii ki asıl amacı olan Kur’an-ı Kerîm’ler.
Kur’ân-ı Kerîm kitâbeti üzerine temellenip gelişen hat sanatı hangi sâiklerle levha sanatına dönüşmüştür?
Matbaanın gelişmesi bunda en önemli faktördür. Bunun yanında gündelik yaşamda göz önünde bulunması ve metinlerden ibret almanın en kolay yolu olması…Hat ayrıca Osmanlı mimarisinde aslî vazifesini camilerde icra etmiştir.
Bu konuda hattatlara, kamuoyuna ne türden görevler düşüyor?
Kur’ân-ı Kerîm medeniyeti ile her dem yaşamaları gerekiyor Müslümanım diyen insanların.
Hattatlar işlerini en ziyadesi ile yapmalı, kibir ve burun büyüklüğünden uzak durmalı, en vurgulu ayet hadis ve kelâm-ı kibarları insicamınla yazmalı, gündelik politikalardan ziyade tarihî vizyonları üzerinde tefekkür etmelidir. Kamuoyu da bu dini ve milli sanatımıza sahip çıkıp bu sanatla ilgilenen az sayıdaki sanatçıya maddi manevi destek vermelidir.
Hüseyin Kutlu’dan nesih-sülüs; Ali Alparslan’dan talik icazeti aldınız. Bir talebenin icazet sürecinde geçirdiği merhalelere değinir misiniz?
Hat sanatı, sabır isteyen, çalışmak isteyen, azim isteyen, fedakârlık isteyen bir sanat dalı. Hocalarımın hakkını ödeyemem. Yalnız yazının kuralları ve kaidelerini değil, edebi ve sabrı da öğrettiler bizlere. Ben de elimden geldiğince onlardan aldığım bu kutlu sancağı sayıları yüzleri aşan öğrencilerime yıllardır il il dolaşarak aktarmaya çalışıyorum.
Sülüs yazıyla talik, ya da hocanız Ali Alparslan’ın deyimiyle “nestalik” yazılar arasında ne tür benzerlikler, farklılıklar var?
Her bir yazı nev’inin kendine göre özellikleri var. Bir benzerlik var denilirse o da öğrenimindeki ciddiyet ve zorluktur.
Hattatların sıkça yazdığı Hilye-i Şerifeler nasıl ve hangi ihtiyaca binaen ortaya çıkmıştır?
İslâm inancı, putlaştırılabilecek kimselerin tasvirlerinden şiddetle kaçınmıştır. “Süs, ziynet” manasının yanı sıra “hilkat, suret, sıfat” manalarını da taşıyan hilye kelimesi, Hilye-i Saadet veya Hilye-i Nebi olarak da isimlendirilir. İnsan sevdiğini gözünün önünde görmek ister. Bizlerin ise en kıymetlisi şüphesiz Sevgili Peygamberimizdir.
Günümüzde klasik hilye formundan çok birbirinden farklı yeni hilye tasarımlarına rastlıyoruz. Klasik hilye mevzi mi kaybediyor? Ne oluyor? Hat sanatında yeni arayışlara, yorumlara, tasarımlara dair kanaatleriniz nelerdir?
Tarihimizde çok büyük sanatkârlar yetiştirmiş bir milletiz. Eminim bu üstatlarımız çok değişik istifler düşünmüşlerdir. Ama geleneklere bağlı olarak binlerce sanat eseri meydana getirdikleri halde o geleneğe zarar verecek eserleri kâğıda dökmemişlerdir. Bir Hilye-i Şerif düşünün içinde onlarca vav var. Vavlar, sırf estetik kaygısı ile oraya yerleştirilmiş. Mânâ yok. Allah, uzun ve bereketli ömürler versin Hüseyin Kutlu hocam bize “yazdığımız eseri savunun bakalım” derdi. Savunamayacağınız şeyleri tarihe miras olarak bırakamazsınız.
HAT, BAŞLI BAŞINA BİR SANATTIR…
Hat, başlı başına bir sanattır, resme benzesin diye bir çaba içinde olmamamız lazım. İcazet geleneği buna en büyük delildir. Eğer modernizm adına bir şey yapılıyorsa bunlar gelenekli sanatlarımızın arasına kaynaştırılmamalıdır. Hat sanatı kendine yetebilecek tüm unsurları zaten bünyesinde bulundurmaktadır. Metin olarak oldukça birkaç kelimeden müteşekkil ayet-i celilerden yüzlerce istif yapılabilmektedir. Sanatta yozlaşmalara müsaade etmemeli ve bu sanatı üstatlarımızdan aldığımız hali ile gelecek nesillere aktarabilmeliyiz.
Teşekkür ediyorum…
Bana ve bu sanata sevdalı kişilere derdimizi anlatabilme imkânı verdiğiniz için ben teşekkür ederim.
İbrahim Ethem Gören
https://www.kuveytturkozel.com.tr/hizmetlerimiz/kultur-sanat-hizmetleri/ustalar-sanatkarlar/hattat-mahmut-sahin-ile-hat-sanati-uzerine.3117.aspx